Her devrimin bir kıvılcıma ihtiyacı var mıdır, devrimin kıvılcımı ne zaman çakar, bekleme hali kıvılcıma yol açabilir mi, spontane hareketlere neden ihtiyaç var, Türkiye’de bir radikal demokratik bir devrim mümkün mü?
Eski bir Çin atasözü, “Bir kıvılcım tüm bir ovayı ateşe verebilir” der. 30 Mayıs 1925 hareketi ve sonrasındaki büyük kültürel devrim bunu kanıtladı.
Kıvılcıma götüren koşulları, yayılma alanı ve bir bütün olarak yol açtığı sonuçlar, kendi koşulları içerisinde anlam kazanıyor. Her kıvılcım devrime yol açmadığı gibi, her eylemden aynı sonucu beklemek de gerçekçi değil. Bununla birlikte, bir devrim sadece mutlak veya göreceli yoksulluk, diğer bir ifadeyle eşitsizliklerin derinleşmesiyle ortaya çıkmayabilir. Ancak koşullar oluştuğunda çakacak bir kıvılcım büyük toplumsal hareketleri ve devrimleri doğurabileceği gibi, büyük savaşları da başlatabilir.
Koşullar oluştuğunda herhangi bir kıvılcım, tüm bir ovayı ateşe verebilir. İşte bazen, tıpkı Birinci Dünya Savaşı’nda olduğu gibi, iki el ateş, tüm bir kıtanın kaderini değiştirebilir. 28 Haziran 1914’te Avusturya tahtının veliahdı Arşidük Franz Ferdinand ve eşi Sophie’nin bir Sırp milliyetçisi tarafından öldürülmesi, Birinci Dünya Savaşı’nı tetikleyen olay oldu.
Kıvılcımlar, kıvılcımları yaratır, yangına dönüşür. Çoğu zaman öngörülmezdir. Bulaşıcıdır. Yayılma ihtimali çıktığı yere, zamana ve koşullarına göre anlam kazanır. Başlangıç ve bitiş noktası tamamen farklı olabilir. Kıvılcıma yol açan faktörün, çıkardığı alev içerisinde başka bir şeye dönüşmesi yüksek bir ihtimaldir.
Arap Baharı ya da başka bir ifadeyle “Halklar Baharı” adı verilen süreç bir kıvılcımla başladı. Seyyar satıcı Muhammed Buazizi’nin 17 Aralık 2010’da bedenini ateşe vermesi, Bin Ali rejiminin düşmesine yol açtı ve Arap Baharı süreci başladı. Buhazizi’nin eylemi umutsuz bir jestti, ama devrime götürdü.
Cezayir Arap Baharı’ndan fazla etkilenmedi. Belli bazı hareketlenmeler olsa da uzun yıllar sessizlik hakim oldu. Gösteri yapmak yasaktı. Abdulaziz Buteflika 20 yıldır iktidardaydı ve tüm muhalefet biçimlerini bastırmıştı. Beşinci kez Cumhurbaşkanı olmak istediğin ilan ettiğinde, Şubat 2019’da belli bölgelerle sınırlı eylemler başladı. Sosyal ağlarda yapılan anonim çağrılar ardından 22 Şubat’ta ülkenin temel kentlerinde bir milyona yakın kişi sokaklara çıktı. Halk hareketi büyüdü, milyonlar sokaklara döküldü ve 2 Nisan’da Buteflika istifa etmek zorunda kaldı.
Sudan’da Ömer El Beşir diktatörlüğü vardı. 30 yıldır iktidardaydı. Savaş suçları, insanlığa karşı suçlar ve soykırım suçu işledi. 1989’da darbe ile iktidara gelmişti. 19 Aralık 2018’de ekmek fiyatlarının üçe katlanmasına karşı protesto eylemleri başladı. Eylemlerin karakteri kısa sürede değişerek, rejimin düşmesi talep edildi. Kesintisiz bir şekilde sokaklara çıkarak tepkilerini dile getiren halk hareketi, onlarca yıl ülkeyi demir bilekle yöneten diktatörün sonunu getirdi. Ömer El Beşir rejimi, dört ay süren eylemlerin sonucunda 11 Nisan’da düştü. Diktatör tutuklandı.
Fransa’da Sarı Yelekliler Hareketi, Ekim 2018’de yakıt zammına karşı, spontane bir eylem olarak başladı. Yakılan bu kıvılcım çok geçmeden yangına dönüştü, tüm toplumsal kesimleri etkiledi, küresel çapta yankısı oldu. Sosyal ağlarda yapılan çağrılarla harekete geçen Sarı Yelekliler büyüdükçe talepleri de çoğaldı, örgütlenme biçimleri değişti. Komün ve meclisler kuruldu.
Gezi Hareketi, çevreci bir refleksle başladı. 28 Mayıs 2013’te Gezi Parkı’nda yapılan oturma eylemine 50 dolayında kişi katılmıştı. Kısa sürede 81 ilin 78’ine yayılarak yüzbinleri sokaklara çıkartı. Gezi Parkı’nın yıkımına karşı tepkiyle başlayan hareket, her kesimden insanları bir araya getirdi ve geniş anlamda bir demokrasi talebine dönüştü.
Kobanê olayları ya da 6-7 Ekim isyanı, Türk rejiminin DAİŞ’in kuşatmaya aldığı Kobanê’ye yardımları engellemesine karşı yapılan çağrılarla başladı. Kapsamı, süresi ve etkisi açısından yakın tarihin en önemli isyanlarından biriydi. Bir kaç gün içinde yaklaşık 40 kente yayılan protestolar sonucunda resmi verilere göre, 25 kaymakamlık binası, 67 emniyet binası, 39 siyasi parti binası dahil 113 bina büyük hasar gördü. Bu eylemler sırasında onlarca kişi hayatını kaybetti, yüzlercesi yaralandı, yüzlercesi de gözaltına alındı.
Kıvılcımlar, devrimler bulaşıcıdır. Ama sadece devrimler ve isyanlar değil, baskılar da bulaşıcıdır. Antidemokratik uygulamalar, otoriterlik, faşizm, milliyetçilik, dincilik ya da cinsiyetçilik bulaşıcıdır. Küreselleşme ile birlikte tümünün yayılma ve sönme hızı da arttı.
Özgürlük yoksunluğu, zulüm veya adaletsizlik, tıpkı iklim değişiklikleri veya salgın bir hastalık gibi, eğer tutum alınmaz ve karşı hamle gerçekleştirilmezse, yayılacak ve herkesi etkileyecektir. Tersi durumda, bir kıvılcım isyana, isyan devrime dönüşebilir ve geniş bir coğrafyayı etkileyebilir. 1789 Fransız devrimi, 1871 Paris Komünü, 1917 Ekim devrimi, 1936 İspanya toplumsal devrimi, tüm dünyayı etkiledi.
Bir kıvılcım, bir durumda patlamaya yol açabilir. Bu uyanış, küçük veya büyük bir kitlenin harekete geçmesini ve devrimsel çıkış yapmasını sağlayabilir. Kuşkusuz hiçbir durum, aynı şekilde ortaya çıkmaz. Bu nedenle reel durum sürekli göz önüne alınmak zorunda. Her koşulun kendi diyalektiği var. Ortaya çıkardığı eylemlerin yoğunluğu değişkenlik gösterebilir. Kesin olan bir şey var; toplumsal eşitsizliklerin artması, iktidarlar ve elitlerin kibri er veya geç, sömürdükleri kesimlerin tepkisiyle karşılaşır.
Kıvılcımlar öngörülmez olduğu gibi, tüm koşulların oluştuğu bir sırada, herhangi bir kıvılcımın büyük bir yangına dönüşebileceği tahmin edilebilir. Sonuçlarını kestirmez zor olsa da, kıvılcımın etrafındaki güçler, ortaya çıktığı koşullar, yer ve zaman bazı ipuçlarını verebilir. Sürekli kıvılcım halinde olan Türkiye’de bir devrim için, çok daha farklı faktörlere ihtiyaç duyuluyor. Bu devletin üzerinde kurulduğu dinamikler, kültürel, siyasi ve etnik yapısı, devrim gerektirdiği gibi, devrimleri geciktirmenin de temel gerekçesini oluşturuyor. Bununla birlikte, yakın dönemde çakan kıvılcımların nasıl söndüğüne bakıldığında, siyasi ve toplumsal örgütlü güçlerin bundaki rolü yadsınamaz. Sadece devletin baskıları, isyanlar ve tepkilerin bastırılmasında rol oynamadı. Örgütlü toplumsal dinamikler, “örgütlendirilmiş” kaygılarını isyanların önüne set olarak koydular. Belli ölçülerde spontane bir özelliği olan Gezi hareketi, örgütlü hareketlerle buluştuğunda kontrollü bir isyana dönüştürüldü. 6-7 Ekim isyanının büyük kontrol dışı etkisi, Kürt hareketi tarafından kontrol altına alındı. Benzer bir durum Mart 2006 Amed isyanında da yaşandı. 14 gerillanın kimyasal silahlarla katledilmesinin yol açtığı bu isyan, kısa sürede büyük bir yaygınlık göstermiş ve ağır bir bilanço ortaya çıkarmıştı. İnsan hakları örgütlerine göre 13 kişi hayatını kaybetti, aralarından bir çoğu çocuktu. Yüzlerce kişi yaralandı ve yüzlercesi de gözaltına alındı. Bu kıvılcımın da daha büyük bir yangına dönüşmesi önlendi.
Türkiye’deki biriken toplumsal tepkiler, tüm örgütlü güçler tarafından çoğu zaman “provokasyon” gerekçesiyle ertelendi ya da önlendi. Buradaki temel tespit, örgütlü yapıların sonuçlarının ne olacağını bilmediğimiz kıvılcımlar, isyan teşebbüsleri veya küçük patlamaların yayılması önünde engel oluşturabileceğidir. Çok örgütlü yapılar, aynı zamanda kontrollü bir mücadele anlamına geliyor. Bu koşullarda, spontane hareketlerin çıkması zor olduğu gibi, devrimlerle sonuçlanması da düşük bir olasılık olarak değerlendirilebilir. Türkiye’de, Tunus, Sudan, Cezayir ve devrimci geleneğin köklü olduğu Fransa’daki Sarı Yelekliler gibi spontane politik hareketlerin çıkması, önünde ciddi engeller var. Ortaya çıkan fırsatların zamanında doğru değerlendirilmemesi, yeni sosyal patlamaları ya erteledi ya da erken doğumlara yol açtı.
Gelinen noktada en örgütlü yapıların hareket alanının dahi hiç olmadığı kadar daraltıldığı, en ufak bireysel çıkışların en sert şekilde cezalandırıldığı bir ülkede, spontane bir hareket gelişebilir mi? Örgütlü yapılara rağmen devrim yapılamıyorsa neden spontanelik önemli?
Alman tarihçi Ottokar Luban, “Rosa Luksemburg’a göre kitlelerin yaratıcı spontaneliği” kitabında, Lüksemburg’un bu konudaki görüşlerine yer veriyor. Luxemburg, Lenin’in merkeziyetçiliğine karşı çıkıyor zira, partilerin kitlelerin yaratıcı ruhu ve spontaneliğini boğduğunu düşünüyor. Rosa Luxemburg, 1906’da Sovyet deneyimi, öz örgütlenme ve isyanı gözlemliyor: “Kitlelerin spontane eylemi, proleteryanın mücadele içerisindeki eylem kapasitesini ve yaratıcı ruhunu güçlendiriyor”
Luban, Luxemburg’un spontaneliğe ilişkin görüşünü şöyle özetliyor: “Spontanelik sadece kendi başına bir amaç veya kitleler ile yöneticileri arasındaki bir ilişki sorunu olarak öngörülemez. (Spontanelik) Yaratıcılık ve harekete geçme iradesinin bir koşuludur. Sosyalist yöneticiler, kitlelerin yaratıcılığı ve gücünün, sosyalist bir toplumun inşası amacını taşıyan siyasi iktidar mücadelesinde özgürce kendisini ifade edebilmelerini cesaretlendirmeli”
Spontane hareketlerin kendi bilinci ve örgütlenmelerini yarattığına da defalarca tanıklık edildi. Rosa Luxemburg, leninizmden farklı olarak, işçi sınıfı içerisinde devrime doğum yaptıranların eğitildiğini belirtiyor: “Altı aylık devrim, eğitim konusunda mevcut durumda örgütsüz olan bu kitleler arasında, on yıllık siyasi toplantı ve bildiri dağıtmaktan daha fazlasını yapacaktır.”
Kürtler öncülüğündeki mevcut eylem hali, spontaneliğe pek olanak tanımasa da, kendi içerisinde yeni alternatif yöntemler, mücadele biçimleri oluşturarak, güçlü bir kıvılcımın koşullarını oluşturabilir. Kürt özgürlük mücadelesi bu potansiyeli taşıyor. Ancak, Türkiye özgülünde ortaya çıkarılacak bir kıvılcım veya spontane bir hareketin, farklı mücadelelerin buluştuğu bir harekete dönüşmesi ya da devrimle sonuçlanması için daha fazla veriye ihtiyaç var. Kıvılcımların çakması ve toplumsal patlamalar için yeterli maddi koşullar olmakla birlikte, çıkacak yangını besleyecek ve harlayacak zihniyet alt yapısı henüz yeterince olgunlaşmadı.
Türkiye’nin inşasında oluşturulan anti-komünist, ırkçı ve milliyetçi karakteri, komünizm karşıtı küresel güçlerle ortaklığı, kendine özgü “dini devlet kontrolüne alan” laikliği, tekçi anlayışı, Kürt düşmanlığı ve son tahlildeki dinci-milliyetçi-faşist yapılanması, topluma dayatılan muhafazakar anlayış, bölgesel ve uluslararası jeostratejik hesaplar ve daha fazlası, toplumsal devrimlere kapalı bir görüntü oluşturuyor. Devletin ve yarattığı toplumun zihni alt yapısı, sosyal hareketlerin yol açacağı köklü değişimlerden çok, sert çatışmalara, kırılmalara ve parçalanmalara açık bir alan sunuyor. Buna karşın, koşullar oluştuğunda spontane bir kitlesel hareket, kısa sürede Türkiye’nin kaderini değiştirebilecek potansiyeller taşıyor. Devletin kapattığı bu alanı, mücadele içerisindeki örgütlü yapılar açmalı.
Maxime Azadi
J’aime beaucoup votre blog. Un plaisir de venir flâner sur vos pages. Une belle découverte et blog très intéressant. Je reviendrai m’y poser. N’hésitez pas à visiter mon univers. Au plaisir.
J’aimeJ’aime
Merci, c’est très gentille. je trouve vraiment intéressent votre page. C’est un autre univers, je comprend maintenant ce que j’ai raté à cause de la politique 🙂
J’aimeJ’aime